Etkinlik tarihi 6-8 Eylül 2015 ( 3 gün)

Bu şehir beni hep korkutmuştur. Gerek yönetim şekliyle, gerekse İran’lı adamlarla evlenen yabancı kadınların yaşadıkları dramları anlatan kitaplar ve filmler sebebiyle. Yakın ülke aslında bana hep uzaktı.
İki hafta önce özgürlükler ülkesi başkenti, insana insan olduğunu hissettiren Kopenhag’daydım. Şimdi ise yemeğe, içmeye ve hatta giydiği kıyafete bile karar verme hakkı olmayan insanların yaşadığı bir şehre gidiyorum. Tezatların olduğu bir Dünyada yaşıyoruz.
Demavend Dağına tırmanmak için bu ülkeye geldim. Uçağa bindiğimde bir kişinin bile saçları kapalı değilken, İmam Humeyni Havalimanına iner inmez başlar kapanmaya başlandı.
Yasakların çok olduğu bu ülkede halk, şehri kuşatan Touchal dağına tırmanarak, doğa sporları yaparak kendilerine uğraş ve sosyal olacak mekanlar yaratıyorlar.

Şehirde ulaşım için otobüs ve metrolar var ama ben gideceğim yerlere dolmuş taksilere binerek gittim. Otobüs ya da metroya binersen, Latin alfabesi kullanmadıkları için yazılan yazıları anlamıyorsun. Ben İranlı arkadaşlarla birlikte otobüs ve metro deneyimi yaşadım. Bunlara binerken, cinsiyet ayrımına dikkate etmek gerekiyor. Kadın için olanlar var, erkek için olanlar var, bir de her iki cinsin bindiği vagon ya da otobüsler var. Bu yüzden ben taksiye binmeyi tercih ettim. Bizdeki minibüsler gibi, taksiler duraklarda sıraya giriyor, bir taksiye 4 kişi biniyorsunuz. Kişi başına gideceğiniz yere göre değişir tabi, 3000 Tümen yada 4000 Tümen ödemeniz gerekiyor. Paraları genelde Riyal bunun yanındaki 1 sıfırı atınca Tümen oluyor.

Sokağa çıktığınızda başınızı kapatmanız ve pantolonunun üzerine gelecek bir tunik giymeniz gerekiyor. Dışarıda ahlak polisi de var ve gerektiğinde uyarıyor. Dışarıda çarşaflı kadın çok görmedim, Türkiye´de çarşaflı kadının daha çok olduğunu söyleyebilirim. Zaten çoğu evde istediği gibi takılıyor.
Şehri kuşatan Touchal dağından gelen kar suları, şehrin her bir yerinden açılmış olan su kanalları boyunca akmaktadır. Akan suların sesleri şehirle bütünleşiyor, bir süre sonra su sesine alışıyorsunuz. Ayrıca şehirin trafikten uzak yerlerinde yürüdüğünüzde bu su sesi artık şehrin sesi oluyor. Bu kadar suyun geçtiği yol kenarlarında, bu sularla beslenen asırlık çınarlar da büyük gövdeleriyle renksiz şehirle bütünleşmişler.
İran´da trafik, Istanbul´u aratmıyor diyebilirim. Ayrıca burada karşıdan karşıya geçmek de oldukça zor, arabaların önüne atlamanız gerekiyor. Motosiklet kullanan çok kişi de bulunmakta ve hepsi de deli gibi, kask takmadan kullanıyor aracı.
Dağdan sonra şehir gezmek için 3 günüm vardı.
- Gün
Ilk gün Gülistan Saray’ına doğru yola çıktık, Tahran surları içerisinde kalan bu saray Kaçar hanedanı zamanından kalma. Buraya gelmek için taksiciye Arg Meydanı’na gideceğinizi söylemeniz gerekiyor. Saray’ın içerisinde farklı salonlar var, hepsinin giriş ücretleri farklı. Ben İran’lı arkadaşlarla gezdiğim ve İranlılara da benzediğim için turist ücretlerine göre değil de İranlılara göre ödeme yaptım.
Şems-ül İmare yani Güneş binası, Selam Salonu; burası Pehlevi hanedanı döneminde resmi törenler için kullanılırmış. Ayrıca Aynalı Salon için ödeme yaptık.
Köşklerin dış cepheleri mozaiklerle döşenmiş, belki de İran´da bu kadar renklerin hakim olduğu tek yer.
Tarihin gösterişli zenginliğinin görüntüsünden dışarı çıktığınızda, günümüzün fakirliğiyle yüz yüze geliyorsunuz. Hemen dışarıda çarşı var ve baharatların satıldığı alanı geçince, Kapalıçarşı’nın girişine geliyorsunuz. Kapalıçarşı da her türlü kıyafetler ve güzel İran halıları satılmakta. İran halıları bizdeki Kapalıçarşı’ya göre çok daha ucuz.
Buradan çıkıp Arkeoloji Müzesi’ne gittik. Müzede Gılgamış destanında ölümsüzlüğü elde etmeye çalışan Gılgamışın tasvirini görebilirsiniz, ilk insan hakları bildirgesinin yazılı olduğu Kiros silindirinin bir kopyasını -orijinali British Museum’da – görebilirsiniz. Ayrıca Hammurabi kanunlarının yazılı olduğu taşın da gene bir kopyası bulunmaktadır. Maalesef orijinali Paris Louvre Müzesi´ndedir. Persopolisden bazı parçalar da bu müzeye taşınmıştır. 1. Darius´un tahta otururken ve elinde lotus asasının, arkasında da oğlunun bulunduğu rölyef bulunmaktadır ki bu rölyefte kralın karşında saygıdan ağzını kapatarak konuşan halk resmedilmiştir.
Yıllar önce madende çalışıp ölen adamın iskeleti bulunmaktadır, tuz adam. İlginizi çekerse bakın, benim hiç de ilgimi çekmedi.
- Gün:
Bir dönem krallıkla yönetilen bu ülkede o dönemden kalan saraylar müzeye dönüştürüldüğünden bu şehirde gezilecek çok saray var. Bu yüzden 2. gün
Sadabat Sarayına gitmek için Yusuf adlı arkadaşla buluştuk. Taksiyle ilk önce, Derbent’te gitmeniz gerekiyor. Sadabat Sarayı Kaçarlar ve Pehlevi hanedanı tarafından 3000 dönümlük arazi içerisine yapılmıştır. Pek çok köşkten oluşan bu saray Kaçar kraliyet ailesinin yazlık mekanı olarak kullanılmıştır.
Yusuf benim için 3 farklı köşk için bilet aldı.
Bu köşklere gitmek için asırlık çınarlardan ve sedir ağaçlarının arasından geçiyorsunuz. Bir zamanlar kralların yürüdüğü bu yollardan geçip bu köşklere gidiyoruz.
Ilk köşk, Ümitvar Kardeşleri Müzesi; Ümityar Kardeşler 1954 yılında motosikletle dünya turunu yapmak için İran´dan ayrılmışlar ve İran´da Dünya turunu yapan ilk kişiler. Onların o yıllarda kısıtlı imkanlarla yaptıkları bu yolculuk müthiş heyecan uyandırdı bende. İçeri girdiğinizde kardeşlerin Dünyayı dolaştıkları rotayı gösteren haritayı görünce etkilenmemek mümkün değil. 1954 yılında motosikletle bu kadar yolu gezmek gerçekte takdire değer.
2.köşk; hanedana ait arabaların sergilendiği köşk. 10-15 tane araba, bu arabalar Rolls Roys, Mercedes marka, ayrıca spor araba, at arabası ve çocukların motosikletleri. Bu arabaları görünce zenginliğin boyutunu görüyorsunuz. Devrimde parçalanmadan kalan arabalar burada sergilenmektedir.
3.köşk, Millet Sarayı; burada da hanedana ait çalışma odası, oturma odaları, yatak odaları, yemek odalarını görüp ve o dönemde nasıl yaşadıklarını anlayabilirsiniz.
Buradan çıkınca Derbent’e doğru yürüdük. Derbent; Touchal dağı’nın eteklerinde bir yayla diyebiliriz. Yayladan dağın eteklerine doğru çıktığınızda, kayalara yapılmış restoranlarda yemek yiyebilirsiniz. Touchal dağına tırmanış rotası da buradan başlamaktadır. Teleferikle de dağa çıkabiliyorsunuz. Biz gittiğimizde saat dört olduğu için teleferik kapanmıştı ve binemedik.
İran’da oldukça geniş parklar bulunmakta. Biz ilk önce Taleghani parkına gittik, burada koşan kız ve erkekleri görebilirsiniz. Yalnız erkekler termal koşu kıyafetleriyle koşarken, kızlar günlük kıyafetlerle koşuyorlar. Hallerinden de hiç şikâyetçi gözükmüyorlar. Bu parkın bitiminde Tabiat köprüsünü de geçince Su ve Ot Parkı bulunmakta. Su olan yerde zamanında gençler burada su tabancası ile birbirleriyle eğlendiklerinde polis gelip duruma el koymuş ve artık çocuklar dışında, herkese bu sulu alan artık yasak. Yasakların kolayca konduğu bir ülke. Gençler kızlı erkekli bir yerlerde eğleniyorsa hemen yasak geliyor. Gece geç vakitte eve döndük.
- Gün:
Ertesi gün benimle gelecek bir İranlı arkadaş yoktu, yalnız başıma dışarı çıkayım dedim. Azadi kulesine gitmek için taksiye bindim, Azadi Meydanı’na gitmek için 3000 Tümen yaklaşık 3 TL ödedim. Kuleye girmek için bu sefer turistler için ödenen ücreti ödedim 150 riyal -yaklaşık 15 TL – kulenin altında bir müze var ve burada değerli taşlar ile piyona çalan bir robot bulunmakta. Burası nerdeyse zorla gezdiriliyorJ Bu bölümü gezince asansörlerle yukarı çıkabiliyor ve Tahran şehrini yukarıdan seyrediyorsunuz. Şehir ne kadar renksiz. Çatılar da renksiz olunca, koyu rengin hakim olduğu bir şehir görüyorsunuz. İnsanlar koyu renk giyiniyor, binalar da gri. Durum böyle olunca sizi içine alan, sıcak bir şehirle karşılaşmıyorsunuz.
Azadi kulesini, 1968 yılında Şah Muhammed Rıza, 24 yaşındaki mühendis Hüseyin Emanet´e yaptırmış. 1970 yılında da yapımı bitmiş. Peki bu başarılı mimar şimdi nerede yaşıyor? Cevap veriyorum, Amerika’da. İran´daki pek çok başarılı ve eğitimli genç, yüksek lisans için yurtdışına gidip orada kalmaktadır. Şah Dönemi’ne karşı gelip, belki şeriatı istemediler ama bu ülke isteklerinden çok şartlanmalarını yaşıyor sanki.
Akşam yemeği için gittiğimiz restoranda sipariş verdiğimiz yemeğin adı Baghali polo ba mahiche – bu okunuşu-. Bu yemek masaya gelince şaşırdım, çünkü benim uydurduğum bir pilavın benzerini yapmışlar. Baklalı, otlu pirinç pilavı ve yanında tandırda pişmiş et. – Benim yaptığım pilav ise, baklalı, soğanlı, dere otlu, tanduri soslu pilav. Deneyen arkadaşlar benim pilavımı çok beğendiler J- İranda pilavlar genelde yağsız oluyor, piştikten sonra tereyağını üzerine ekleyip karıştırıyorlar.
Demavend dağıyla birlikte İran´da 6 gün geçirdim. Korkularım vardı, Avrupa´da dolaştığım gibi rahat dolanamadım, korkularımın bir kısmını yensem de hala bir kısmını içimden atamadım.
İran´da bilinmesi gerekenler:
- İran vize istemiyor. Yalnızca daha önce İsrail vizesi aldıysanız pasaportunuzu değiştirmeniz gerekiyor.
- Ülkede bulunduğunuz süre içerisinde, başınızı kapatmanız gerekiyor. Ayrıca üzerinize tunik giyinmeniz gerekiyor.
- Perşembe ve Cuma günü hafta sonu.
- Otobüslerde ve metrolarda, kadın-erkek bölümleri ayrı. Eğer yanınızda bir erkek varsa karma bölme binmeniz gerekiyor.
- Metrolarda, yürüyen merdivenlerde yürümek ve koşmak yasak.
- Kredi kartı geçerli değil. Nakit para taşımanız gerekiyor. Türk lirası da götürseniz bozabiliyorsunuz.
- Facebook, Twitter ve Youtube yasak, giremiyorsunuz. Bir program var indirdiğinizde sosyal medyaya giriş yapabiliyorsunuz.
- Devlet binalarının fotoğraflarını çekmek yasak. Ben yanlışlıkla bir fotoğraf aldım, hemen bir asker geldi yanıma, yanımda iyi ki İran´lı bir arkadaş vardı. O durumu izah etti.








